YALNIZLIK VE ORTA YOLDA DİNLENMEK ÜZERİNE… (BÖLÜM 2)

132065-Rumi-Quote-The-middle-path-is-the-way-to-wisdom

Orta yolda dinlenebildiğimizde, yalnızlıkla kurduğumuz ilişkinin doğasının tehditkar olmaktan çıkıp, rahatlatıcı ve serinletici bir yalnızlığa dönüşmeye ve her zamanki korku dolu kalıplarımızı tersyüz etmeye başlamasında kalmıştık bir önceki yazıda…

(Bir önceki yazıyı okumak için tıklayın…)

Bu serinletici yalnızlığı tanımlamak için altı yol var. Bunlar, daha az arzu, tatmin, gereksiz eylemleri bırakmak, disiplin, arzular diyarında kaybolmamak ve tutarsız düşüncelere sığınmamaktır.

Daha az arzu, içimiz bizi neşelendirecek ve ruh halimizi değiştirecek bir şeyler bulmak için yanıp tutuşurken yalnız kalmaya gönüllü olabilmektir. Bu tip yalnızlığın içinde dinlenebilmeyi araştırmak, esas huzursuluğun azalması için tohumlar ekmenin bir yoludur. Meditasyon esnasında mesela, düşüncelerimizi farkettiğimiz ve onları kovalamayı seçmediğimiz her sefer, aslında kendimizi onlarla tanımlamadan sadece mevcut olmak üzerinde çalışıyoruzdur. Bu çok hızlı gerçekleşemeyebilir, fakat tüm kalbimizle, düzenli çalıştığımızda bir şeyler değişir. Çok önemli hikayelerimiz tarafından daha az ayartılmaya başlarız. Bizi kasıp kavuran yalnızlık oradaysa bile onunla giderek daha uzun süre vakit geçirebilmeye başlarız huzursuzlanmadan. Bu savaşçının yoludur. Bu cesaret yoludur. Ne kadar az merkezimizi kaybeder ve çıldırırsak, o kadar çok o serinletici yalnızlığın tatmin duygusunu hissedebiliriz.

İkinci tür yalnızlık, tatminkarlıktır. hiç bir şeyimiz olmadığında, kaybedecek de hiç bir şeyimiz yoktur. Zaten aslında kaybedecek hiç bir şeyimiz yok, fakat kaybedecek çok şeyimiz olduğunu düşünmeye programlıyız hepimiz. Kaybedecek çok şeyimiz olduğu düşüncesinin kökleri korkuya dayanır. Yalnızlığa, değişime, çözümsüzlüğe, yokluğa… Bu hisleri, bu korkuyu önleyebileceğimiz umudu ile kendi dayanağımız olmayı beceremeyiz.

Kendimizi ak ya da kara diye tanımladığımızda ne olduğumuzu ‘biliriz’ fakat kendimizi ikisiyle de tanımlarsak bu pek mümkün olmaz çünkü bir dayanak noktamız kalmaz. Bilmiyoruzdur. Tutacak bir kulbumuz yoktur. Bu noktada iki şey yapabiliriz: ya merkezimizi kaybedebiliriz, yahut buna alışabiliriz. Tatminkarlık, serin yalnızlıkla eş anlamlıdır. Yalnızlığımızdan kaçabilmenin bize kalıcı mutluluk veya neşe veya cesaret ve güç getireceği inancını bırakmaktır tatminkarlık.

Çoğu zaman bu inancı milyon kere bırakmamız, tekrar tekrar asabiyetimiz ve korkaklığımızla arkadaş olamız, aynı şeyi tekrar ve tekrar milyon kere, farkındalıkla yapmamız gerekir. Sonrasında, farkına bile varmadan, bir şeyler dönüşmeye başlar. Hiç bir seçeneğimiz olmadan yalnız kalabilir, olanın hissi ve dokusuyla bu anın içinde varolmaktan tatmin olmaya başlarız.

Üçüncü tür yalnızlık, gereksiz eylemleri bırakmaktır. “Yakıcı” bir yalnızlık içinde olduğumuzda, bizi bundan kurtaracak bir şey arayışı içinde kıvranır, bir çıkış ararız. Yalnızlık denen o mide bulandırıcı his gelir ve zihnimiz bizi çektiğimiz ıstıraptan kurtaracak yoldaşlar ararken çılgına döner. Buna gereksiz eylem denir. Bu acıyı hissetmemek için kendimizi meşgul tutmanın yollarından biridir. Bunu kimi zaman gerçek aşkın hayalini kurduğumuz obsesif gündüz düşleri ya da minicik bir dedikoduyu son dakika haberine çevirmek halinde de tecrübe edebiliriz.

Tüm bu eylemlerde, kendi alıştığımız yöntemlerde bir yoldaşlık arayışı ve şeytani yalnızlık duygusuyla aramıza mesafe koymak için aynı eski yolları denemek vardır.Biraz sakinleşip, kendimize biraz olsun şefkat ve saygı gösteremez miyiz? Kendimizle yalnız kalmaktan kaçmaya bir son veremez miyiz? Yalnızlığın içinde rahatlamak çok değerli bir iştir. “Eğer anlam bulmak istiyorsan, bir sürü şeyin arkasından koşmayı bırak.” demiş bir Japon şair.

Dördüncü tür yalnızlık, tam disiplindir. Tam disiplin, her fırsatta, bu ana geri gelmeye gönüllü olmak anlamına gelir. Sadece hareketsiz oturmaya, mevcut olmaya, bir başına olmaya gönüllü olmak. Her şeyin aslında nasıl olduğunu farkedecek kadar uzun süre hareketsiz kalmaya gönüllü olmak. Esasen yalnızız ve tutunacak hiçbir şeyimiz yok. Kaldı ki, bu bir problem değil. Tam tersine, bu bizim hakiki bir oluş halini nihayetinde keşfetmemize yardımcı olacak bir şey. Alışageldiğimiz varsayımlarımız, her şeyin nasıl olduğuyla ilgili fikirlerimiz, bizi taze ve açık bir bakış açısıyla görmekten alıkoyar. “Biliyorum” deriz fakat aslında bilmiyoruz. Esasen hiç bir şey bilmiyoruz. Hiç bir şey kesin değil. Basit gerçekler incitici ve onlardan kaçmak istiyoruz. Fakat geri gelmek ve yalnızlık gibi tanıdık bir şey içinde rahatlamak, hayatımızdaki çözümlenmemiş anların hikmetini farketmemiz için iyi bir disiplindir. Yalnızlığın belirsizliğinden kaçtığımızda ancak ve ancak kendimizi kandırırız.

Beşinci tür yalnızlık, arzular diyarında kaybolmamaktır. Arzular diyarında dolaşmak, alternatifler, bizi rahatlatacak şeyler, insanlar, yemek, içki vs aramaktır. Arzu, bağımlılığı, her şeyi yoluna koymak için bir şeylere tutunma eğilimini de kapsar. Bu özellik, hiç büyümemiş olmaktan gelir. Hala eve gittiğimizde buzdolabını açıp en sevdiğimiz yemekleri bulmak ve işler sarpa sardığında ‘anneeeee!’ diye bağırmak isteriz. Fakat yolda ilerledikçe yaptığımız şey evi terkedip, evsiz olmaktır. Arzu dünyasında dolaşmamak olanların doğasıyla doğrudan bir ilişki kurmakla alakalıdır. Yalnızlık sorun değildir. Yalnızlık çözülmesi gereken bir sorun değildir. Bu, yaşayabileceğimiz herhangi bir tecrübe için de geçerlidir.

Altıncı tür yalnızlık, tutarsız düşüncelere sığınmamaktır. Ayağımızın altındaki halı artık kaymıştır ve bundan kaçış yoktur. Artık kendimizle yaptığımız, bir şeylerin nasıl olduğu ya da olmadığı, öyle mi böyle mi olduğu ile ilgili daimi sohbetlere dahi sığınmayız. Serin yalnızlıkta kendi iç gevezeliğimizin bizi güvende hissettirmesini beklemeyiz. Bu yüzden meditasyon esnasında düşünceleri “farkederiz” Çünkü nesnel bir gerçekliği yoktur. Şeffaf ve kavranamaz bir şeydir. Meditasyonda bu kuru gürültüyü farkedip, büyük bir olay haline getirmemeyi araştırırız.

Serinletici yalnızlık kendi zihnimize dürüştçe ve şiddetsizce bakmamıza yardım eder. Yavaş yavaş nasıl olmamız gerektiği, ya da kim olmamız gerektiğini düşündüğümüzle ilgili ideallerimizi bırakmaya başlarız. Bunu bırakır ve olduğumuz kişiye şefkatle ve mizah duygusuyla bakmaya başlarız. Ve yalnızlık bir tehdit ya da gönül yarası, bir ceza olmaktan çıkar.

Serinletici yalnızlık bize bir çözüm de sunmaz, ayağımızın altına bir zemin de… Bizi bir dayanak noktasının olmadığı bir dünyaya adım atmaya teşvik eder. Buna orta yol denir. Bu savaşçının yoludur.

Bir daha hiç yoktan acıtan bir yalnızlık duygusu geldiğinde, bunu bir fırsat olarak kullanabilir misiniz? Kendinize zulmetmekten ve bir şeylerin yanlış gittiğini düşünmektense, orada, o hüznün ve özlemin içinde rahatlayıp insan kalbinin uçsuz bucaksız boşluğuna dokunabilir misiniz? Belki ilk fırsatta bunu deneyebilirsiniz.


Kategoriler: meditasyon

There is one comment

Comments are closed.