KORKULARIMIZIN İÇİNDEN BÜYÜMEK

Son zamanlarda daha da çok mercek altına aldığım aslı olmayan sorun yaratma eğilimim ile ilgili gözlemlediklerimi çevremdekilerle paylaştıkça, bunun aslında hepimizin muzdarip olduğu en temel şey olduğuna bir kere daha ikna oldum. Bu sorunun varoluş sebebi, sürekli kendine has ve bin bir türlü hali, huyu olan zihnimizden hareket etmekten başka seçeneğimiz olmamasıyla da alakalı. Bizlerin düşünme biçimi bir kedinin, köpeğin düşünme biçimine hiç mi hiç benzemiyor. Zihnimizi yanlış kullandığımız için de, çoğu zaman iki tip korkuyu birbirine karıştırıyoruz. Mesela, eğer fiziksel bir tehdit altındaysak, tepki verir veya bir şey yaparız; bu uyarana verilen doğal ve olağan bir tepki, doğal ve olağan bir korkudur. Fakat kaygı dolu hayatlarımız buna değil, asılsız korkulara dayanıyor.

Asılsız korkularımız, bizler zihinlerimizi yanlış kullandığımız için varlar. Kendimizi ya da “ben”i aynı bir mevcudiyet olarak gördüğümüzden, “ben”in özne olduğu çeşitli cümleler kurup duruyoruz. Bu “ben”e ne olduğu, olabileceği yahut bu olasılıkların nasıl analiz edilebileceği yahut kontrol altına alınabileceği üzerine varsayımlarda bulundukça, neredeyse kesintisiz olan bu zihinsel aktivite, kendimizi ve başkalarını sürekli ve rahatsiz edici bir değerlendirmeye tabi tutmaya başlamamıza yol açıyor.

Bu asılsız resimden kaynaklanan korku bizleri akıllıca hareket etmekten ve akıllıca tepki vermekten alıkoymaya başladığı an, o korkunun yönetimine gireriz. Böyle bir yerden verdiğimiz tepkinin de yanlış anlama kaynaklı olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yanlış anlama, eylemden ayrı bir “ben” olduğu yanılsamasıdır. “İstediğim sonucu alamayabilirim.” “Yeterince ilgisini çekemeyebilirim.” “Elim boş kalabilirim.” “Benim zamanım çamaşır yıkayamayacak kadar önemli.” gibi şeyler düşünebiliriz. Bu tip ben odaklı düşünceler, garip bir değer sistemi geliştirmeye başlamamıza sebep olur ve yalnızca bu “ben” için güvenli bir alan yaratmaya ve onu korumaya yardımcı olacağı ümidini taşıdığımız insanlara ya da olaylara değer vermeye başlarız.

Aynı zamanda, “ben”i korumak için kendimizi de mercek altına alarak çeşitli stratejiler geliştirmeye meylederiz. Mesela, “Kendimi sevmem lazım.” Eminim ki hepimiz bir noktada bu ya da bunun gibi cümleleri sarfetmişizdir. Fakat kim kimi seviyor yahu? “Ben” “kendi”mi sevmeyi nasıl becerebilirim ki? “Kendimi sevmem lazım, kendime iyi davranmam lazım, başkalarına iyi davranmam lazım.” Tüm bu yargıların ardında müthiş büyük fakat hiç bir işe yaramayan bir korku barınmıyor mu? “Ne olacak? Nasıl gidecek acaba? Bir kazancım olacak mı?” Ben… Ben.. Ben… Hepimiz bu zihin oyunu içinde kaybolmuş durumdayız.

Oyunu farkettiğimiz anda oyunun biteceğini sanabiliriz ama hayır, oyun bitmeyecek. Huylu huyundan vaz geçer mi hiç? Kendimize eziyet etmek, öğütler vermek beyhude. Çünkü cevap “Böyle olmayacağım” değil. Peki cevap ne? Belki de soruna başka bir açıdan yaklaşmalı ve farklı bir yol denemeliyiz. Öncelikle yanılsamalarımızın, kalıplarımızın farkına vararak… Pratik aracılığıyla zihni özenle aydınlatmalıyız. Yoga, meditasyon kişisel gelişim yöntemleri değiller. Ayrıca, kendimizi onarmaya falan da çalışmıyoruz. Çünkü onarılacak bir şey yok, tecrübe etmemiz, anlamamız gerekenler var sadece. O yüzden sadece duruyor, tecrübe ediyoruz, o “ben” cümlelerinin, yanılsamalarımızın ne olduğunun bilincinde olarak… Gören, duyan, düşünen olmaya izin vererek… Oturmak tam da bu işte. Devamlı “ben” hakkında düşünme arzusuyla etrafımızda olup bitene, o daimi mucizeye şahit oluşumuzu bölen “ben” yüzünden, hayal alemimiz yüzünden bunu kaçırıyoruz.

O zaman karmaşa gibi görünenle oturalım. Hissedelim onu, takdir edelim. Belki o zaman hayatımızı engelleyen o sahte hayallerin ötesiyle daha sık temas etme şansımız olur.


Kategoriler: meditasyon, yoga

Tags:,